Uzun zamandır bunu planlıyordu. Kesinlikle bu projeyi yapacaktı. Hem işleri de yoluna girmişti. Kendi ekseni etrafında gelişiyordu her şey. Yapmalıydı kesinlikle yapmalıydı. Zaten uğraşmasına da gerek kalmadan ikinci el malzemeyi de bulmuştu. Çıkma parçaları şöyle bir süzdü; eline aldı; sevdi; okşadı; gözleri nemlendi. ’’Ne güzel parçalar!’’ dedi.
Zaman çok önemliydi, sınırlıydı. Acele edilmeliydi. Kaybedilecek her an aleyhinde olabilirdi. Çıkma parçaları başkası kaparsa ve projeyi duyup yapmaya kalkarsa emeklerine yazık olacaktı. Zaten “Parçalar“ hazırdı. Çıkma,çakma ne olursa olsun. Bu parçalar iyi kötü birleştirilip kullanılacaktı. Zamanla zaten yeni çıkma parçalar neyin meydana geldiğini gördükçe bu çıkma ikinci el parçalara katılmak için can atacaklardı.
Ama elindekiler çok değerliydi. Hepsinin takılacağı yerler belliydi. Eline geçecek diğer çıkmalara nasıl olsa yer bulunurdu. En çok dişlilerinden bazıları kırık olan çıkma parça onu düşündürüyordu. Bir kaç yıldır kendine monta etmiş, tıkır tıkır çalışmasa bile idare ediyordu. Şimdi meydana gelecek olan, bu ikinci el ne idiğü belirsizi mekanizmada hangi parçaya monta etseydi bu kırık dişlilerden oluşan parçayı. Bazı başka çıkmaların ‘’buradayım, beni de gör’’ nidaları canını sıkıyordu. Ama önce bu yarım yamalak olan parça onu düşündürüyordu. Çok yağdan ve çok parça arasında kalmaktan iyice yalama olmuştu. O olmadan da olmazdı. Tüm parçaları o birleştiriyor; ona baktığı zaman mekanizmanın çalışıp çalışmadığını hemen anlayabiliyordu. Parçalar ayrı bölümlerde çalışacaklar, dişlileri kırık, yarım yamalak, çıkma bağlantı olacak, kendisi de mekanizmanın elektronik beyni olacaktı. Kendisi çıkma değildi. Öbür çıkmalar bu fikri kabul etmekle kalmayıp, kırık dökük dişlinin mükemmel olduğunu,zaten başka kimsenin de onları değerlendirmediğini, değer vermediğini biliyorlardı. Ne olursa olsun bu zamanda ancak bu mekanizmada bu parçalar yer alabilirdi. Aslında montaj edildikleri yerlerde ne idiler onlar da bilmiyorlardı. Sadece önemli olduklarını hissetmek yetiyordu .Çok önemliydiler. Ama “Neden başka kimse eline almamıştı bu parçaları? Neden kimse görmüyor, parlatmıyor, yağlamıyor?” diye de düşünmüyor değillerdi. Bir iki tane ikinci elden de öteye çıkma olan parçalar yanlarına geliyor, onların değersiz olduğunu onlar da biliyorlardı. Dişlileri kırık , yarım yamalak olan parça çok mutluydu. En çok sevdiği huyuydu her parçaya uyum sağlaması. Gene öyle olmuştu. Mühendisin en büyük sıkıntısı aslında kendine ait tekerinin dönmesiydi. Bu tekeri döndürebilecek dişliyi oraya denk getirmeliydi. Şu parlak parça oraya fazlası ile yeterdi. Ağır gözükmeye çalışan parça sonradan ele geçmişti o da uyardı ama belli olmaz yaradılışında hırçınlık vardı. Rakip mühendislerin olduğu da kulağına geliyordu. Olsun, zaten onların oyalandıkları parçalar onun elinden çıkmıştı. İşi düşerse tekrar rahatlıkla ele alınabilecek yapıdaydılar. Ham maddeleri belli olan parçaları kullanmak zor olmazdı. Onlar sadece kullanılmak istiyorlardı ve işte zamanı gelmişti. Kullanma kılavuzuna falan gerek yoktu.
Zamanı gelince üç aşağı beş yukarı dişliler yerlerine takıldı. Ortaya çıkan eseri izlemeye gelenler gülmekten kendini alamamıştı. Neydi bu? Araç mıydı? Nesne miydi? Her şey takılmaya çalışılmış garip bir nesneydi izleyenlerin karşısındaki. Kamyon kaportası, taksi tekeri, gemi bacası, pat pat kasası… Bu muydu yani günlerdir kapanarak çalışılıp da bulunan, meydana getirilen ürün.
Kimse hoşlanmamıştı, sevmemişti bu ürünü homurdanmalardan belliydi. Ama bu sefer kural çıkma parçalardan oluşması gerekiyordu. Oluşanı da bu kadar oluyordu. İster yersin ister tükürürsün. Seyredenler ne yedi, ne tükürdü. Nereden mi biliyorum? Boy boy afişlerine, ürünün reklamlarına dönüp bakmadı bile millet.
Şunu bilmeleri gerekiyordu. Bu millet tuzu kendinden olmayan çorbayı içmiyordu. Göreceğiz… Zaman her şeyi hepimize gösterecek. İyi olanı gösterir umarım.
Yeni icatlarda buluşmak üzere efendim.
HARUN MUSLU
NİSAN---2010
1 Mayıs 2010 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder