1.Perde 1. kısım “ Bir Hortlak Masalı “
Psikoloji ve sosyoloji,
Biraz da politika
Bıkmadan yazdığım konulardır ya,
Sormayın nedenini keyfimden değil
“Ahlak” dersine bir parça kaynak olsun diye yalnızca
Su kazanı gibi kaynatıyor kanımı
Şu yasa çiğneyenlere
halkın göz yumması
Söylüyorum işte;
İnsanları düşündürmektir benim işim
Boş mideleri doldurmaktır hani
Bilimsel deneyler ve gerçeklerle
Şimdi de yeni bir konuya giriyoruz ki,
O da gerçeküstüdür
Hey sen!
Gerçi ”Sen” diye seslenen,
Kimi kez “Ben“ demek istediği bir gerçektir bilinen
Sen hiç hortlak gördün mü?
Yoksa… Filmini de mi?
Anladım… Seni gidi kör olasıca…
Merak etme, pişman olmayacaksın harcadığın zamana!
Kıs kıs gülüyorsun değil mi bana? Gül bakalım!
Benimse ya içtendir gülüşüm, ya gülmem asla
Gördüğümü söylüyorum sadece… Nerede mi? Bilmem…
Böyle olacaksa hiç gayret etmem bile hatırlamaya
Gülünç olmaktansa…
Unutulmasını arzu ederim söylediklerimin
Kimi kez kanarya, kimi kez karga olur
Söylerim şarkımı ay ışığında
Avcı Reşat’ın köpeği de acı acı uluyup
Vokal yapar bana hep o uyumsuz ilahisini
Duvarda asılı duran resimler surat asar sonra
Beklerim böyle korkunç bakmaktan vazgeçmelerini
Ve duyarım içimde sabaha karşı o garip ürpertiyi
Ne kadar az tanıyoruz kendimizi biz!
Belki nasıl da önemsiziz!
Vazgeçmek isterim o an
Gerilim yaratacak konuları ele almaktan
Bir de benim yerime koyun kendinizi
“Deli saçması bunlar” deyip işin içinden çıkmadan
Atalarımız faydalı üç şey öğrenirlermiş
Kılıç çekmeyi – ata binmeyi – bir de doğruyu söylemeyi
Gerçi doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovmuş olsalar da
Buymuş yine de erdemli olmanın ilkeleri
Günümüz insanları da çok iyi uyguluyor bunları ya,
Silahları desen var - binecek dört tekerlekli araçları da
Sürüyorlar tankları vicdansız ve acımasızca
Gerçeği söylemeye gelince…
Daha az yeteneklidirler belki
Desteksiz atmaya gelince, herkese parmak ısırtırlar şimdi
Ne ki, size aktardığım öyküler içinde,
En gerçek olanı bu dizelerdir
Duyduk duymadık demeyin sonra
Bir hortlak öyküsü olduğunu söylemiştim ya,
Haberiniz ola
Ve ey ölümlü okuyucu!
Bir takım bahaneler bulmaya çalışma!
Zarar gelmez insana – bir kez inanıyormuş gibi yapmakla
İnandı tüm uluslar binlerce yıl boyunca
Ölmüşlerin ara sıra bizi görmek için ortaya çıktıklarına
1.perde 2.kısım “ Bir Hortlak Masalı “
Şarkılar sustu bir anda
Mezeler de bitince tabakta – sohbetler erdi sona
Konuklarsa bir bir ayrıldılar uyumak için odalarına
Ve çekildi ortadan sona kalan çalgıcılar da
Yukarıda parlak bir gezegen vardı yalnızca
Ateşini güneşten ödünç almış olsa da
Daha cana yakın duruyordu bize parlak yıldızlardan
Görüyorsunuz ya, romantik duygulara kapılıyor
Dolunaya bakan bir insan
Kimi zaman ışığıyla soluğu dışarıda alırız
Derin gizler açılır duyulan sıcaklığına onun
Dalgalı denizlerin gelgiti
Ve ölümlülerin kalpleri - ellerindedir hep onun
( Aslı varsa tabi bazı şairlerin bu konuda yazdıklarının )
Ve Sabri biraz düşünceliydi
Uykuya dalmaktansa hayal kurmayı tercih etti
Yaptığı işten dolayı romantik olamaya vakti kalmayan
Her genç doktor gibi
“Kanser” konulu bir kongre için gelmişti
Hem ziyaret hem ticaret olsun diye hani
Elbette ki,
Önce içinde bulunduğu bu tarihi binayı düşündü
Sonra nasıl olup ta butik otele dönüştürüldüğünü belki
( Bunu hiç sanmıyorum ya )
İnsanların aklından geçenleri pek okuyamam
Ama bu yazamam anlamına da gelmez hiç bir zaman
Deniz kıyısından dalgaların hışıltıları geliyordu
Gece karanlığının tüm gizemiyle birlikte;
Asırlık çam ağaçlarının kolları uzanıyordu
Odasının penceresine
Karanlıkta bir parlayan bir kaybolan havuzun
Işıltılarına takılmıştı sanki
Ayağa kalkmış olan Sabri’nin badem gözleri
Bir de sivrisinekleri kovan bir cihaz takılıydı prize
Hangi marka, tam olarak görünmüyor ya,
Bunu belirtmemin sebebi; ucuz böcek ilaçlarının
İşe yaramadıklarını hatırlatmak değil de –
( Titizlik göstermemdir gerçeğin betimlenmesinde )
Ve Sabri omzunu pencereye dayamıştı;
Panjuru ahşap çıtalardan oluşan
( Atalarımızın buralara egemen olduğu günlerden kalan )
Sonra gecenin sıcaklığında - ardına dek açtı kapısını
Yürüdü karanlık gölgelerle dolu bir koridorda
Antika resimler kaplamıştı bütün duvarlarını
Kendinden emin ve kibirli o bakışlar
Kuşkusuz ki, çoğu soylu kişilerdi ya;
Ne ki, yarı karanlık bir ortamda
Bu rahmetlilerin portreleri,
Yalnız ölülerin uyuduğu bir yerde
Ne aradığımızı sormak ister gibiydi
Sert ve donuk yüzlerini çevreleyen çerçeveden
Eski günlerin ışıltılı büyüsü parlıyordu daha
Hele o güzellerin soğuk gülümsemeleri
Loş mağaralardaki sarkıtlar
Ya da düşler gibiydi
Resimler bir tarihtir oysa
Fotoğraflarsa hep yalan söyler
Bizi durduramadıkları gibi
Zamanı da durduramazlar
Ancak Sabri gözüne takılan bir resim ile
Geçmişe doğru hayaller kurarken
Kendi kalp çarpıntılarından ve
Hüzünlü iç çekişlerinden başka bir ses duymadı
Hayır duydu! Hem de birden bire
( Öyle sandı belki de )
Dünya dışı bir varlığın
Ya da basit bir sıçanın
İnsanı şaşırtacak türden çıkarttığı o hışırtıyı
Bir sürüngen olamazdı bu – bak işte!
Korku filmlerinde görülen maskesi,
Rahip gibi cüppesi – ve o belli belirsiz gövdesiyle
Yavaş ve soğuktu adımları
Geçerken Sabri’nin yanından
Parlayan iki elmasla baktı ona
Neydi bu eski evde böyle dolaşan
Bir hayalet olduğu çalınmıştı ya kulağına
Gerçekten görmüş müydü onu?
Yoksa içi boş yayınevlerinde basılan
Büyük marketlerde bile satılan
O şişirilmiş ürünler gibi buhar mıydı bu da?
Bir kez mi - iki kez mi geçti etrafından
Hatırlamak zor
Aydan mı - Marstan mı - yoksa öteki dünyadan mı?
Nereden geldiği belli olmayan bu varlık…
Sabri’yse buzdan bir heykel gibi
Dona kaldı olduğu yerde
Hani bir kâbus gördüğümüzde…
Tehlikeden kaçmak isteriz de,
Ayaklarımız hareket etmekte zorlanır ya,
İşte öylesine çaresiz, öylesine rüyada
Bu rahip kılıklı yaratıktan ne istediğini
Sormak istiyor da - soramıyordu
İşte bu son manevradan sonra
Hortlak çekildi ortadan – iyi ama nereye?
Geniş ve karanlıktı geçit
İster uzun – ister kısa – biraz göbek - biraz ense
Zaten öyle bir ortamda - kim kaybolmak istese
Başarabilirdi rahatça - fizik yasalarına göre
Bu yüzden de göremedi Sabri
Hortlağın hangi kapıdan sıvışıp gittiğini
Olup bitenleri bir tiyatro sahnesi gibi izlese de
Bilemedi ne kadar uzun bir zaman geçtiğini
Karmaşık duygular içinde
Çevirdi gözlerini
Hortlağın ilk ortaya çıktığı yöne
Ve baktı bir ömür gibi uzun bir süre
2. perde 1.kısım “ Bir Hortlak Masalı “
Sonra yavaş yavaş kendine geldi
Odasına döndüğünde ise bitkin bir vaziyetteydi
Geç uyandı tabi tahmin edeceğiniz gibi
Gece vakti kendini ziyarete gelen
Misafir ya da görüntü
Ve bundan birilerine bahsetmek üzerine kafa yordu
Garip karşılanabilir diye bir çekincesi vardı
Ya da adına “kararsızlık” denilen çatışan heyecanları
Derken kapı çalındı…
( Kahvaltı vaktini bildiren )
Yemek salonuna geldiğindeyse oldukça dalgındı
Bu kadar sıcak olmasa fark edemeyecekti belki de
Eline bir çay fincanı aldığını, içerken ağzını yaktığını
Ne anlatabilirdi ki, oradakilere?
“ Rahip kılıklı hayaletten söz edildiğini duydunuz mu hiç? ”
Diye bir başlasa söze…
“ Şaka mı bu?”
Diye imalı bir biçimde bakmazlar mıydı acaba yüzüne?
“ Bu evin hortlağı canım hani! “
Diye cevap verirdi o da
Kimileri çok şey ekleyebilirdi belki söyleyeceklerine
Kimileriyse komik ya da saçma bulup çekilirdi geriye
Ah, kara çarşaflı hortlak ah!
Şöhretin yalandan başka bir şey olmadığını
Eminim en çok sen haykırmak isterdin bizlere
Her neyse,
Gülperi’nin yüzü bugün nedense pek de soluk
- Gülperi mi?
- Otel sahibinin kızı!
( “Adını nerden biliyorsun?” diye sorabilirsiniz )
Tanıştığım kişilerin isimlerini
Aklımda tutamam aslında - ama bu kız…
Bu kız;
Doğal rengini ak bir boya ile örtmüş gibiydi yanağının
Sonradan görmüş sosyete kadınları kadar beyazdı
Sanırım elma kırmızısı yanaklarıyla
Köylü kızı gibi görünmek istememişti
Seni gidi çokbilmiş kız!
İneklerin bol süt verdiği,
Bir çiftlikte büyümüştü bütünüyle
Ve iyi bir makyaj yapmakla
Sınıf atlayacağını düşünmüştü ahmakça
Uzaklara doğru bakarken,
Gökyüzü gibi derin gözlerinde
Biriken gözyaşlarını siliyordu ara sıra
Laf olsun diye değildi bu akan gözyaşları – eminim
Ne öyle acınası bir sulu gözlü
Ne de kendini hor göreni hor görecek denli arsızdı
Acıklı bir budalalık ve üzünçlü bir sabırla,
Satın alınmış bir jüri önünde
Fark edilmeyi bekliyordu yalnızca
Otel sahibi Yavuz Bey,
Bir müteahhitti aynı zamanda
Temeller kazmaktaysa tam bir köstebekti
Ancak en çok da ihale kazanmak giderdi hoşuna
Ne de olsa komşusu Rüstem Ağa,
Kasabanın belediye başkanıydı ( laf aramızda )
İşte kendisi de karşı masada
Büyük bir seçim adamıydı
Fikirleri pek uyuşmasa da hükümetin yandaşıydı
Milletini sevme ve fırsatları değerlendirme arasındaki
O ince ayarı yakalamıştı böylece
Oturduğu koltuğa gelince, şu söylenebilirdi ki,
“kazancı bir tercih değil sadece görev aşkıydı onunkisi”
Ara sıra da olsa, bir kaşık bal çalmayı
İhmal etmezdi ayak takımına
Yükselme tutkusunu kamçılardı böylece
Kalfaların çıraklar üstünde uyguladıkları gibi
Büyük bir yemek salonuydu
Yemekler sıcak konuklarsa soğuktu
Obur olanların, tabaklarını doldurmaları görülmeye değerdi
Gözü pek dernek temsilcileri
Ve yaman iz sürücüleri vardı bir de
Tahminleri yanılmaz, tuttuklarını bırakmazlardı
Balıketli birkaç da bayan üyeleri vardı ki,
Yardım toplamakta ya da
Çöpçatanlıktaydı işleri güçleri
Bildiri okumaktan çok nakarat okurlardı
Sonra yolunu şaşırmış bazı yabancı turistler ile
Şehrin gürültüsünden kaçan yerli turistler de vardı
( Piknik masası yerine çimene yayılan hani )
Ve sabahın altısında uyanan – öğleyin uyanmak yerine
Ve rastlantıya bak ki!
Bir de karşımda görmeyeyim mi?
Medyanın karşı konulmaz ilahiyatçısı Prof. Zihni Sinir
Beynimin pasını silen en büyük söz cambazıdır o
Ey yüce Allah’ım! Kim derdi ki,
Senin mucizelerinden birinin
Böyle zeki ve çatık kaşlı olabileceği
Vaazları birer mizah, mizahları birer vaazdı
Genişçe bir işkembenin içinden çıkartırdı her ikisini de
Pakize hanıma gelince,
Haşır neşirdi otelin ünlüleriyle
Büyülüyordu çevresini incelik ve nezaketiyle
Herkesin Seviyesine indirerek kendisini
( Seçimlerden seçimlere özellikle de )
Eşinin ve kardeşinin başkanlık yolunda
Güvenle yol alabilmeleri için tabi
İnsanların kabul ettiği bir yoldur bu ya
Yorgunluk ve tiksinme dolu bakışlarla
Arada sırada da - ruhunu ele veren
Takdir edilmesi gereken bir meziyettir aslında
Sahteliğine karşın - gerçektir de:
Kendilerine yakışan rolü seçip oynayanlar
En içten kişilerdir çünkü
Maliyeciler gibi; akıllı olmaktan çok -
Kurnaz olmayı tercih ederler
İki kere ikinin dört edeceğini
İspatlayabilecek durumdayken, buna yanaşmazlar
Sadece göstermekle yetinirler üçün birini
( Bütçeyi ölçüp biçip tartarak )
“Benim muhasebecim bunu yapmaz “ diyenlere sözüm;
( Nasıl da haz verir yanında olmayan bir arkadaşı savunmak )
Ve işte geçti koskoca bir gün;
Saniyeler gibi günler de sona ermelidir ya;
Gece de geçti…
Ve sahildeki diskoların gürültüsü duyulmaya başladı sonra
Bir bir odalarına doğru uzaklaşan konuklar arasında
Kara mizah konusu olmaktan uzak
Daha başka kişiler de vardı aslında
Mesela duru ve masum yüzüyle İngiliz turist Diana
Önünde incecik iplerden ördüğü
Rengârenk bileklikler vardı
“ Dostluk bağı “ koymuş onların adını
İnanması güç olsa da, bunları satarak
Gezdiğini söylüyordu dünyayı
Bir diğeri ise gördüğü ve duydukları üstüne
Hiç oralı olmayan Sabri’ydi
Her zaman ki neşesinden biraz uzak
Tepkisizce izledi orada olanları
Ağzını bıçak olsun açmadı
Aklı da bir karış havada ( Gerçek ile hayal arasında )
Uyuma vakti gelince de – çekip gitti odasına
2.perde – final sahnesi – “ Bir Hortlak Masalı “
Yeni bir güne hazırlanmak için değil de
Umutsuzluğa düşmek için sanki
Ya da başka bir deyişle;
Rüya görmek için değil de – düş görmek için…
Ey okur, sen söyle! Ölümün tarifi değil de - nedir bu
Gül yaprakları yerine – dikenli otlar serpildi döşeğine
Sonra da düşüncelere daldı yavaş yavaş
Büyükleri huzursuz eden, çocuklarıysa korkutan
O fantastik duyguların tadını çıkararaktan
Her an uyanacakmış gibi tilki uykusundaydı artık
Hayalet denen konuğunun farkındaydı çünkü
Böyle bir misafir görmeyenlere
Anlatması güç duygular içinde
Gözleri hep pusuda – bekledi – bekledi – bekledi
Bir şeyler olacağından emindi
Ve bu bekleyiş boşuna değildi
Vay canına! O da ne öyle!
Evet, bu o!
Şeytanımsı yürüyüşüyle bu o işte!
Hay Allah!
Ne garip, sanki…
Yeni yetme bir kız gibi… Minik minik adımlarıyla
Topuklu bir ayakkabı giymişte…
Ayağı burkulup düşecekmiş gibi giden
( Çekinerek kendisinden ve çevresinden )
Herkesin derin uykularda olduğu bir anda
Yeryüzü, yıldız desenli gökyüzünü
Bir yorgan gibi üzerine örtmüş
Karanlıkta oluşan – kara çarşaflı gezgin ise
Bir kez daha çıktı karşısına işte
Şimşekli havalarda yağan yağmurlar gibi
Soğuk sular boşaldı Sabri’nin başından
Ayak parmaklarına
Metafizik – ya da – ruhçuluk
Bilimsel ve ağırbaşlı konulardır ya,
( Ben de parapsikoloji kitaplarının yalancısıyım )
Yazdıklarına göre…
Ruhun ölümsüzlüğüne inananların en azılısı bile…
Keçileri kaçırıverirmiş - ruhlarla karşı karşıya gelince…
Sabri gözlerini yumdu mu peki?
Hayır, ağzı da açıktı!
Korkunç tınılar uçuştu boşlukta
Sıradan bir kulak zarının dayanamayacağı türden
Böylesi bir ruha maddenin yapabileceği nedir ki?
Ve ruh yaklaşınca madde nasıl da ürperir
Gör işte kapı açılıyor – öyle langır lungur değil de
Martıların suya dalıp, balığı yakalaması gibi
Şaşmaz bir dengeyle
Sabrı kendine bile belli etmeden korkup titredi önce
Sonra yanılabileceğini düşünüp utandı birden
Hatırlayarak materyalist bir düşüncenin,
Karşı olduğunu ( bedenden ayrılmış bir ruha )
Korkusu öfkeye dönüştü tabi – öfkesi de şiddete
Artık yerinde durur mu – kalkıp yürüdü hemen
Hey o da ne? Geri çekildi Kara Gölge!
Bu daha da çok cesaret verdi Sabri’ye
Ne olursa olsun - artık çözmeliydi bu işi
Ve böylece düştü o gizemli hayaletin peşine
Koridorun sonuna doğru yaklaştıklarında
Bir an durdu Kara Gölge
( Yaptığı blöf tutar diye belki, kim bilir )
Hasmının korkmadığını görünce…
Kaçmaya devam etti yine
Ve yolun sonuna geldiklerinde…
Sabri elini uzatıp… Aman Allah’ım!
Ne bir ruh – ne de bir bedendi gördüğü…
Mermerden yontulmuş bir duvardı sadece
Bir de üstünde gümüş renkli gölgeleriyle… İki dolunay
Aslı olmayan bir söylentinin – bir hayaletin
Gerçek tehlikelerden daha çok korku salması ne tuhaf!
Ne olduğu belirsiz gizemli bir şeyle – en yağız kişiler bile
Gördük ki, dize getirilebiliyormuş yeri geldiğinde
Ne ki, bu ruh, kımıldamasa bile
Gök mavisi gözleri parladı
( Sütun gibi bir hayalet için, doğal olmayan bir biçimde )
Hiçbir mezarın çürütemeyeceği,
Öyle saf bir güzelliği vardı ki,
Onu böyle görse, Azrail de kıyamazdı öldürmeye
Çözülen saçının bir tek lülesi bile
Kanıtlamaya yeterdi bunu
Hele o soluk alıp verişi…
Pencereden dışarıya bakıldığında…
Ağaç yaprakları arasından süzülerek gelen
Meltem esintisi vardır ya… İşte öylesine tatlıydı ferahlığı
Sabri, merak içinde öteki elini uzattığında
Değiverdi hemen sert ve sıcak bir taşa
Ve o taşın altında bir kalp atıyordu
Hayalete gelince… Evet, bu bir hayalse…
Kara çarşaf içinde dolaşan en tatlı hayaldi
Uzun boynu ve o kibar burnuyla
Hayaletten çok - etten kemikten bir varlığa benziyordu ki,
Maskesiyle – cüppesi… Yere düştüğü anda
Çıkıverdi kimliği tam olarak ortaya
Niye daha önce çıkmadı ki sanki?
Öyle sıfır beden manken gibi değil de
Azıcık balıketinde
Otel sahibinin kızı Gülperi’nin ta kendisiydi bu işte!
Onur Sezgin12.07.2008
NOT: ( Bir Hortlak Masalı )Onur Sezgin’in Tiyatral Şiir için yazmış olduğu denemelerden en kapsamlı olanıdır. Şiiri dikkatlice okuyup inceledikten sonra daha detaylı bilgi edinmek ve bu yeni oluşum hakkında düşüncelerinizi iletmek için, ( www.onur-sezgin.tr.gg ) web sitesini ziyaret edebilirsiniz.
2 Mayıs 2010 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder