2 Mayıs 2010 Pazar

“ Bir Hortlak Masalı “ / ONUR SEZGİN'DEN

1.Perde 1. kısım “ Bir Hortlak Masalı “




Psikoloji ve sosyoloji,

Biraz da politika

Bıkmadan yazdığım konulardır ya,

Sormayın nedenini keyfimden değil

“Ahlak” dersine bir parça kaynak olsun diye yalnızca



Su kazanı gibi kaynatıyor kanımı

Şu yasa çiğneyenlere
halkın göz yumması

Söylüyorum işte;

İnsanları düşündürmektir benim işim

Boş mideleri doldurmaktır hani

Bilimsel deneyler ve gerçeklerle



Şimdi de yeni bir konuya giriyoruz ki,

O da gerçeküstüdür

Hey sen!

Gerçi ”Sen” diye seslenen,

Kimi kez “Ben“ demek istediği bir gerçektir bilinen

Sen hiç hortlak gördün mü?

Yoksa… Filmini de mi?

Anladım… Seni gidi kör olasıca…

Merak etme, pişman olmayacaksın harcadığın zamana!



Kıs kıs gülüyorsun değil mi bana? Gül bakalım!

Benimse ya içtendir gülüşüm, ya gülmem asla

Gördüğümü söylüyorum sadece… Nerede mi? Bilmem…

Böyle olacaksa hiç gayret etmem bile hatırlamaya

Gülünç olmaktansa…

Unutulmasını arzu ederim söylediklerimin



Kimi kez kanarya, kimi kez karga olur

Söylerim şarkımı ay ışığında

Avcı Reşat’ın köpeği de acı acı uluyup

Vokal yapar bana hep o uyumsuz ilahisini

Duvarda asılı duran resimler surat asar sonra

Beklerim böyle korkunç bakmaktan vazgeçmelerini

Ve duyarım içimde sabaha karşı o garip ürpertiyi



Ne kadar az tanıyoruz kendimizi biz!

Belki nasıl da önemsiziz!

Vazgeçmek isterim o an

Gerilim yaratacak konuları ele almaktan

Bir de benim yerime koyun kendinizi

“Deli saçması bunlar” deyip işin içinden çıkmadan



Atalarımız faydalı üç şey öğrenirlermiş

Kılıç çekmeyi – ata binmeyi – bir de doğruyu söylemeyi

Gerçi doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovmuş olsalar da

Buymuş yine de erdemli olmanın ilkeleri

Günümüz insanları da çok iyi uyguluyor bunları ya,

Silahları desen var - binecek dört tekerlekli araçları da

Sürüyorlar tankları vicdansız ve acımasızca

Gerçeği söylemeye gelince…

Daha az yeteneklidirler belki

Desteksiz atmaya gelince, herkese parmak ısırtırlar şimdi



Ne ki, size aktardığım öyküler içinde,

En gerçek olanı bu dizelerdir

Duyduk duymadık demeyin sonra

Bir hortlak öyküsü olduğunu söylemiştim ya,

Haberiniz ola



Ve ey ölümlü okuyucu!

Bir takım bahaneler bulmaya çalışma!

Zarar gelmez insana – bir kez inanıyormuş gibi yapmakla

İnandı tüm uluslar binlerce yıl boyunca

Ölmüşlerin ara sıra bizi görmek için ortaya çıktıklarına



1.perde 2.kısım “ Bir Hortlak Masalı “



Şarkılar sustu bir anda

Mezeler de bitince tabakta – sohbetler erdi sona

Konuklarsa bir bir ayrıldılar uyumak için odalarına

Ve çekildi ortadan sona kalan çalgıcılar da



Yukarıda parlak bir gezegen vardı yalnızca

Ateşini güneşten ödünç almış olsa da

Daha cana yakın duruyordu bize parlak yıldızlardan

Görüyorsunuz ya, romantik duygulara kapılıyor

Dolunaya bakan bir insan



Kimi zaman ışığıyla soluğu dışarıda alırız

Derin gizler açılır duyulan sıcaklığına onun

Dalgalı denizlerin gelgiti

Ve ölümlülerin kalpleri - ellerindedir hep onun

( Aslı varsa tabi bazı şairlerin bu konuda yazdıklarının )



Ve Sabri biraz düşünceliydi

Uykuya dalmaktansa hayal kurmayı tercih etti

Yaptığı işten dolayı romantik olamaya vakti kalmayan

Her genç doktor gibi

“Kanser” konulu bir kongre için gelmişti

Hem ziyaret hem ticaret olsun diye hani



Elbette ki,

Önce içinde bulunduğu bu tarihi binayı düşündü

Sonra nasıl olup ta butik otele dönüştürüldüğünü belki

( Bunu hiç sanmıyorum ya )

İnsanların aklından geçenleri pek okuyamam

Ama bu yazamam anlamına da gelmez hiç bir zaman



Deniz kıyısından dalgaların hışıltıları geliyordu

Gece karanlığının tüm gizemiyle birlikte;

Asırlık çam ağaçlarının kolları uzanıyordu

Odasının penceresine

Karanlıkta bir parlayan bir kaybolan havuzun

Işıltılarına takılmıştı sanki

Ayağa kalkmış olan Sabri’nin badem gözleri



Bir de sivrisinekleri kovan bir cihaz takılıydı prize

Hangi marka, tam olarak görünmüyor ya,

Bunu belirtmemin sebebi; ucuz böcek ilaçlarının

İşe yaramadıklarını hatırlatmak değil de –

( Titizlik göstermemdir gerçeğin betimlenmesinde )



Ve Sabri omzunu pencereye dayamıştı;

Panjuru ahşap çıtalardan oluşan

( Atalarımızın buralara egemen olduğu günlerden kalan )

Sonra gecenin sıcaklığında - ardına dek açtı kapısını

Yürüdü karanlık gölgelerle dolu bir koridorda



Antika resimler kaplamıştı bütün duvarlarını

Kendinden emin ve kibirli o bakışlar

Kuşkusuz ki, çoğu soylu kişilerdi ya;



Ne ki, yarı karanlık bir ortamda

Bu rahmetlilerin portreleri,

Yalnız ölülerin uyuduğu bir yerde

Ne aradığımızı sormak ister gibiydi



Sert ve donuk yüzlerini çevreleyen çerçeveden

Eski günlerin ışıltılı büyüsü parlıyordu daha

Hele o güzellerin soğuk gülümsemeleri

Loş mağaralardaki sarkıtlar

Ya da düşler gibiydi



Resimler bir tarihtir oysa

Fotoğraflarsa hep yalan söyler

Bizi durduramadıkları gibi

Zamanı da durduramazlar



Ancak Sabri gözüne takılan bir resim ile

Geçmişe doğru hayaller kurarken

Kendi kalp çarpıntılarından ve

Hüzünlü iç çekişlerinden başka bir ses duymadı

Hayır duydu! Hem de birden bire

( Öyle sandı belki de )

Dünya dışı bir varlığın

Ya da basit bir sıçanın

İnsanı şaşırtacak türden çıkarttığı o hışırtıyı



Bir sürüngen olamazdı bu – bak işte!

Korku filmlerinde görülen maskesi,

Rahip gibi cüppesi – ve o belli belirsiz gövdesiyle

Yavaş ve soğuktu adımları

Geçerken Sabri’nin yanından

Parlayan iki elmasla baktı ona



Neydi bu eski evde böyle dolaşan

Bir hayalet olduğu çalınmıştı ya kulağına

Gerçekten görmüş müydü onu?

Yoksa içi boş yayınevlerinde basılan

Büyük marketlerde bile satılan

O şişirilmiş ürünler gibi buhar mıydı bu da?



Bir kez mi - iki kez mi geçti etrafından

Hatırlamak zor

Aydan mı - Marstan mı - yoksa öteki dünyadan mı?

Nereden geldiği belli olmayan bu varlık…

Sabri’yse buzdan bir heykel gibi

Dona kaldı olduğu yerde

Hani bir kâbus gördüğümüzde…

Tehlikeden kaçmak isteriz de,

Ayaklarımız hareket etmekte zorlanır ya,

İşte öylesine çaresiz, öylesine rüyada

Bu rahip kılıklı yaratıktan ne istediğini

Sormak istiyor da - soramıyordu



İşte bu son manevradan sonra

Hortlak çekildi ortadan – iyi ama nereye?

Geniş ve karanlıktı geçit

İster uzun – ister kısa – biraz göbek - biraz ense

Zaten öyle bir ortamda - kim kaybolmak istese

Başarabilirdi rahatça - fizik yasalarına göre



Bu yüzden de göremedi Sabri

Hortlağın hangi kapıdan sıvışıp gittiğini

Olup bitenleri bir tiyatro sahnesi gibi izlese de

Bilemedi ne kadar uzun bir zaman geçtiğini

Karmaşık duygular içinde

Çevirdi gözlerini

Hortlağın ilk ortaya çıktığı yöne

Ve baktı bir ömür gibi uzun bir süre



2. perde 1.kısım “ Bir Hortlak Masalı “



Sonra yavaş yavaş kendine geldi

Odasına döndüğünde ise bitkin bir vaziyetteydi

Geç uyandı tabi tahmin edeceğiniz gibi

Gece vakti kendini ziyarete gelen

Misafir ya da görüntü

Ve bundan birilerine bahsetmek üzerine kafa yordu



Garip karşılanabilir diye bir çekincesi vardı

Ya da adına “kararsızlık” denilen çatışan heyecanları

Derken kapı çalındı…

( Kahvaltı vaktini bildiren )

Yemek salonuna geldiğindeyse oldukça dalgındı

Bu kadar sıcak olmasa fark edemeyecekti belki de

Eline bir çay fincanı aldığını, içerken ağzını yaktığını



Ne anlatabilirdi ki, oradakilere?

“ Rahip kılıklı hayaletten söz edildiğini duydunuz mu hiç? ”

Diye bir başlasa söze…

“ Şaka mı bu?”

Diye imalı bir biçimde bakmazlar mıydı acaba yüzüne?

“ Bu evin hortlağı canım hani! “

Diye cevap verirdi o da



Kimileri çok şey ekleyebilirdi belki söyleyeceklerine

Kimileriyse komik ya da saçma bulup çekilirdi geriye

Ah, kara çarşaflı hortlak ah!

Şöhretin yalandan başka bir şey olmadığını

Eminim en çok sen haykırmak isterdin bizlere



Her neyse,

Gülperi’nin yüzü bugün nedense pek de soluk

- Gülperi mi?

- Otel sahibinin kızı!

( “Adını nerden biliyorsun?” diye sorabilirsiniz )

Tanıştığım kişilerin isimlerini

Aklımda tutamam aslında - ama bu kız…



Bu kız;

Doğal rengini ak bir boya ile örtmüş gibiydi yanağının

Sonradan görmüş sosyete kadınları kadar beyazdı

Sanırım elma kırmızısı yanaklarıyla

Köylü kızı gibi görünmek istememişti

Seni gidi çokbilmiş kız!



İneklerin bol süt verdiği,

Bir çiftlikte büyümüştü bütünüyle

Ve iyi bir makyaj yapmakla

Sınıf atlayacağını düşünmüştü ahmakça



Uzaklara doğru bakarken,

Gökyüzü gibi derin gözlerinde

Biriken gözyaşlarını siliyordu ara sıra

Laf olsun diye değildi bu akan gözyaşları – eminim



Ne öyle acınası bir sulu gözlü

Ne de kendini hor göreni hor görecek denli arsızdı

Acıklı bir budalalık ve üzünçlü bir sabırla,

Satın alınmış bir jüri önünde

Fark edilmeyi bekliyordu yalnızca



Otel sahibi Yavuz Bey,

Bir müteahhitti aynı zamanda

Temeller kazmaktaysa tam bir köstebekti

Ancak en çok da ihale kazanmak giderdi hoşuna

Ne de olsa komşusu Rüstem Ağa,

Kasabanın belediye başkanıydı ( laf aramızda )



İşte kendisi de karşı masada

Büyük bir seçim adamıydı

Fikirleri pek uyuşmasa da hükümetin yandaşıydı

Milletini sevme ve fırsatları değerlendirme arasındaki

O ince ayarı yakalamıştı böylece



Oturduğu koltuğa gelince, şu söylenebilirdi ki,

“kazancı bir tercih değil sadece görev aşkıydı onunkisi”

Ara sıra da olsa, bir kaşık bal çalmayı

İhmal etmezdi ayak takımına

Yükselme tutkusunu kamçılardı böylece

Kalfaların çıraklar üstünde uyguladıkları gibi



Büyük bir yemek salonuydu

Yemekler sıcak konuklarsa soğuktu

Obur olanların, tabaklarını doldurmaları görülmeye değerdi

Gözü pek dernek temsilcileri

Ve yaman iz sürücüleri vardı bir de

Tahminleri yanılmaz, tuttuklarını bırakmazlardı



Balıketli birkaç da bayan üyeleri vardı ki,

Yardım toplamakta ya da

Çöpçatanlıktaydı işleri güçleri

Bildiri okumaktan çok nakarat okurlardı



Sonra yolunu şaşırmış bazı yabancı turistler ile

Şehrin gürültüsünden kaçan yerli turistler de vardı

( Piknik masası yerine çimene yayılan hani )

Ve sabahın altısında uyanan – öğleyin uyanmak yerine

Ve rastlantıya bak ki!

Bir de karşımda görmeyeyim mi?



Medyanın karşı konulmaz ilahiyatçısı Prof. Zihni Sinir

Beynimin pasını silen en büyük söz cambazıdır o

Ey yüce Allah’ım! Kim derdi ki,

Senin mucizelerinden birinin

Böyle zeki ve çatık kaşlı olabileceği

Vaazları birer mizah, mizahları birer vaazdı

Genişçe bir işkembenin içinden çıkartırdı her ikisini de



Pakize hanıma gelince,

Haşır neşirdi otelin ünlüleriyle

Büyülüyordu çevresini incelik ve nezaketiyle

Herkesin Seviyesine indirerek kendisini

( Seçimlerden seçimlere özellikle de )

Eşinin ve kardeşinin başkanlık yolunda

Güvenle yol alabilmeleri için tabi



İnsanların kabul ettiği bir yoldur bu ya

Yorgunluk ve tiksinme dolu bakışlarla

Arada sırada da - ruhunu ele veren

Takdir edilmesi gereken bir meziyettir aslında

Sahteliğine karşın - gerçektir de:



Kendilerine yakışan rolü seçip oynayanlar

En içten kişilerdir çünkü

Maliyeciler gibi; akıllı olmaktan çok -

Kurnaz olmayı tercih ederler

İki kere ikinin dört edeceğini

İspatlayabilecek durumdayken, buna yanaşmazlar

Sadece göstermekle yetinirler üçün birini

( Bütçeyi ölçüp biçip tartarak )

“Benim muhasebecim bunu yapmaz “ diyenlere sözüm;

( Nasıl da haz verir yanında olmayan bir arkadaşı savunmak )



Ve işte geçti koskoca bir gün;

Saniyeler gibi günler de sona ermelidir ya;

Gece de geçti…

Ve sahildeki diskoların gürültüsü duyulmaya başladı sonra

Bir bir odalarına doğru uzaklaşan konuklar arasında

Kara mizah konusu olmaktan uzak

Daha başka kişiler de vardı aslında



Mesela duru ve masum yüzüyle İngiliz turist Diana

Önünde incecik iplerden ördüğü

Rengârenk bileklikler vardı

“ Dostluk bağı “ koymuş onların adını

İnanması güç olsa da, bunları satarak

Gezdiğini söylüyordu dünyayı



Bir diğeri ise gördüğü ve duydukları üstüne

Hiç oralı olmayan Sabri’ydi

Her zaman ki neşesinden biraz uzak

Tepkisizce izledi orada olanları

Ağzını bıçak olsun açmadı

Aklı da bir karış havada ( Gerçek ile hayal arasında )

Uyuma vakti gelince de – çekip gitti odasına



2.perde – final sahnesi – “ Bir Hortlak Masalı “

Yeni bir güne hazırlanmak için değil de

Umutsuzluğa düşmek için sanki

Ya da başka bir deyişle;

Rüya görmek için değil de – düş görmek için…

Ey okur, sen söyle! Ölümün tarifi değil de - nedir bu



Gül yaprakları yerine – dikenli otlar serpildi döşeğine

Sonra da düşüncelere daldı yavaş yavaş

Büyükleri huzursuz eden, çocuklarıysa korkutan

O fantastik duyguların tadını çıkararaktan

Her an uyanacakmış gibi tilki uykusundaydı artık



Hayalet denen konuğunun farkındaydı çünkü

Böyle bir misafir görmeyenlere

Anlatması güç duygular içinde

Gözleri hep pusuda – bekledi – bekledi – bekledi

Bir şeyler olacağından emindi

Ve bu bekleyiş boşuna değildi



Vay canına! O da ne öyle!

Evet, bu o!

Şeytanımsı yürüyüşüyle bu o işte!

Hay Allah!

Ne garip, sanki…

Yeni yetme bir kız gibi… Minik minik adımlarıyla

Topuklu bir ayakkabı giymişte…

Ayağı burkulup düşecekmiş gibi giden

( Çekinerek kendisinden ve çevresinden )



Herkesin derin uykularda olduğu bir anda

Yeryüzü, yıldız desenli gökyüzünü

Bir yorgan gibi üzerine örtmüş

Karanlıkta oluşan – kara çarşaflı gezgin ise

Bir kez daha çıktı karşısına işte



Şimşekli havalarda yağan yağmurlar gibi

Soğuk sular boşaldı Sabri’nin başından

Ayak parmaklarına

Metafizik – ya da – ruhçuluk

Bilimsel ve ağırbaşlı konulardır ya,

( Ben de parapsikoloji kitaplarının yalancısıyım )

Yazdıklarına göre…

Ruhun ölümsüzlüğüne inananların en azılısı bile…

Keçileri kaçırıverirmiş - ruhlarla karşı karşıya gelince…



Sabri gözlerini yumdu mu peki?

Hayır, ağzı da açıktı!

Korkunç tınılar uçuştu boşlukta

Sıradan bir kulak zarının dayanamayacağı türden

Böylesi bir ruha maddenin yapabileceği nedir ki?

Ve ruh yaklaşınca madde nasıl da ürperir

Gör işte kapı açılıyor – öyle langır lungur değil de

Martıların suya dalıp, balığı yakalaması gibi

Şaşmaz bir dengeyle



Sabrı kendine bile belli etmeden korkup titredi önce

Sonra yanılabileceğini düşünüp utandı birden

Hatırlayarak materyalist bir düşüncenin,



Karşı olduğunu ( bedenden ayrılmış bir ruha )

Korkusu öfkeye dönüştü tabi – öfkesi de şiddete



Artık yerinde durur mu – kalkıp yürüdü hemen

Hey o da ne? Geri çekildi Kara Gölge!

Bu daha da çok cesaret verdi Sabri’ye

Ne olursa olsun - artık çözmeliydi bu işi

Ve böylece düştü o gizemli hayaletin peşine



Koridorun sonuna doğru yaklaştıklarında

Bir an durdu Kara Gölge

( Yaptığı blöf tutar diye belki, kim bilir )

Hasmının korkmadığını görünce…

Kaçmaya devam etti yine

Ve yolun sonuna geldiklerinde…



Sabri elini uzatıp… Aman Allah’ım!

Ne bir ruh – ne de bir bedendi gördüğü…

Mermerden yontulmuş bir duvardı sadece

Bir de üstünde gümüş renkli gölgeleriyle… İki dolunay

Aslı olmayan bir söylentinin – bir hayaletin

Gerçek tehlikelerden daha çok korku salması ne tuhaf!

Ne olduğu belirsiz gizemli bir şeyle – en yağız kişiler bile

Gördük ki, dize getirilebiliyormuş yeri geldiğinde



Ne ki, bu ruh, kımıldamasa bile

Gök mavisi gözleri parladı

( Sütun gibi bir hayalet için, doğal olmayan bir biçimde )

Hiçbir mezarın çürütemeyeceği,

Öyle saf bir güzelliği vardı ki,

Onu böyle görse, Azrail de kıyamazdı öldürmeye

Çözülen saçının bir tek lülesi bile

Kanıtlamaya yeterdi bunu



Hele o soluk alıp verişi…

Pencereden dışarıya bakıldığında…

Ağaç yaprakları arasından süzülerek gelen

Meltem esintisi vardır ya… İşte öylesine tatlıydı ferahlığı

Sabri, merak içinde öteki elini uzattığında

Değiverdi hemen sert ve sıcak bir taşa

Ve o taşın altında bir kalp atıyordu



Hayalete gelince… Evet, bu bir hayalse…

Kara çarşaf içinde dolaşan en tatlı hayaldi

Uzun boynu ve o kibar burnuyla

Hayaletten çok - etten kemikten bir varlığa benziyordu ki,

Maskesiyle – cüppesi… Yere düştüğü anda

Çıkıverdi kimliği tam olarak ortaya

Niye daha önce çıkmadı ki sanki?

Öyle sıfır beden manken gibi değil de

Azıcık balıketinde

Otel sahibinin kızı Gülperi’nin ta kendisiydi bu işte!

Onur Sezgin12.07.2008





NOT: ( Bir Hortlak Masalı )Onur Sezgin’in Tiyatral Şiir için yazmış olduğu denemelerden en kapsamlı olanıdır. Şiiri dikkatlice okuyup inceledikten sonra daha detaylı bilgi edinmek ve bu yeni oluşum hakkında düşüncelerinizi iletmek için, ( www.onur-sezgin.tr.gg ) web sitesini ziyaret edebilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder